Bir Evlat Bir Bayrak

Dün akşam saatlerinde Kuzey Irak’ta altı şehit ‘daha’ verdiğimizi öğrendik. Fakat o an emindik, kaybımızın daha büyük olduğuna! İki hafta önce de aynı saatlerde bir mesaj düşmüştü telefonuma, “7 şehidimiz var, durum çok fena” denen notta kayıplarımızın isim listesi bile vardı. Hemen haber kanallarına ve sosyal medyaya şöyle bir göz attım ama hiçbir yerde haber yoktu. Ancak birkaç saat sonra ‘üç şehit’ haberi ekranlarda boy göstermeye başladı. Geç saatlerde şehitlerimizin sayısı yediye, sabahleyin ise 12’ye yükseldi. Dün akşam da ‘altı şehit’ diye başlayan haberler sabaha dokuzu buldu. Üzüntümü anlatabilecek o kelimeyi bilmiyorum. Şehitlerimizin bizim iyi dileklerimize muhtaç olmadığı malumdur ama hepsine Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize baş sağlığı diliyorum.

CEVABINDAN KORKTUĞUMUZ SORULAR

Tam da bugün cesaretle ve yüksek sesle tekrar sormamız gereken sorular var. Sorumlulardan cevap almak mümkün olmasa da en azından bu soruları unutturmamak genç yaşında toprağa karışanlara borcumuzdur. Mesela neden aylarca tek bir kurşun sesi duyulmazken her seçim öncesi şehit vermeye başlıyoruz? CHP, Kürtlerin partisine bir adım yaklaştığında PKK neden bundan rahatsız oluyor ve silaha sarılıyor? Güneydoğu sınırımızın öte tarafında dizilen terör kamplarının dibine ‘geçici üs’ diye neden çadır kentler kuruluyor? Bu kar kıyamette çocuklarımızı neden o çadırlara dolduruyorlar? Bölgeyi bilen emekli komutanlar sosyal medyada ve ekranlarda haklı olarak isyan ediyor. Peki ancak komandoların yaşayabileceği o zorlu yaşam koşullarına neden sözleşmeli erleri sürüyorlar? Bu zulmü, “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” anlayışı mı besleyip büyütüyor? Bunlar aslında cevaplarını bildiğimiz ama birilerinden açık açık duymaktan korktuğumuz sorular… Çünkü cevaplarını duyarsak ne yapacağımızı bilmiyoruz. Hadi daha açık yazayım; kimsede bir şey yapacak cesaret kalmadı!

‘ATEŞ’ NASIL DÜŞER İNSANIN İÇİNE?

Önceki akşam terör örgütü PKK, Kuzey Irak’taki Metina kampı yakınlarında Kırklareli 41. Komando Tugayı’nca yeni oluşturulan üs bölgesine ağır silahlarla saldırdı ve dokuz vatan evladını şehit etti. Acının bir kez daha sıvasız evlere yağdığını bilmenin utancıyla kıvranıyorduk ki… Şehitlerimizden piyade sözleşmeli er Müslüm Özdemir’in ailesinin Kahramanmaraş’ta çadırda yaşadığını öğrendik. Şehidimizin evi 6 Şubat depremlerinde yıkılmış ve ailesi bir yıldır çadırda yaşıyormuş. Evlatları Kuzey Irak dağlarında üşürken ailesi de Maraş’ta üşüyormuş! Meğer bir yıldır elleri, ayakları, sırtı soğuktan ürperen bir annenin yüreğine düşmüş o ateş! Siz bilenlerden misiniz; ateş nasıl düşer insanın içine? Ben o hissi hayatımda bir kez yaşadım ve hiç unutamadım. Ansızın boğazınızda beliren bir hâr yavaş yavaş gırtlağınızdan midenize akar. Ve o ateş ‘düşerken’ dokunduğu her yeri asit gibi yakar. Yaşamamanızı dilerim ama hangi fâni bundan kaçabilir? Ne zaman bir şehit haberi duysam; birinin annesi, babası, eşi, kardeşi, evladı öldü deseler; o ateşin içime düştüğü anı hatırlarım. Okuyoruz akşamdan beri, şehit ailesinin çadırına ısıtıcılar gönderilmiş, üstüne Türk bayrağı asılmış. Aileye ev almak için seferber olan sanatçılar var. En azından hızla bir konteynır yetiştirmek için çırpınanlar da! Hepsi sağ olsun… Ama bir evlat alıp bir bayrak verince o ateş sönmüyor! 40 yıldır biz ne anaların buz kesen ayaklarını ısıtmayı ne yanan yüreklerini söndürmeyi başarabildik. Binlerce gencimiz öldü, “Vatan sağ olsun” dedik geçtik. Boğazımız 40 düğüm ama “Başımız sağ olsun” diye kendimizi kandırıyoruz. Terör, ülkemizi avcunda oynatanların oyuncağı oldukça ne vatan sağ kalabilir ne başımız!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir